17 Şubat 2011 Perşembe

ARAP ŞÜKRÜ SOKAĞI


Fetihten sonra kalede yaşayan gayrimüslimlerden Ermeniler Sedbaşı Mahallesi’ne,  Museviler ise toplu olarak kale surlarının hemen önüne yerleşirler. Günümüzde olduğu gibi geçmişte de “Yahudilik” olarak anılan bu bölge, Yahudi vatandaşların topluca ikamet ettikleri bir mahalledir.

Osmanlı döneminde  şehrin meyhaneleri Setbaşı’nda Gökdere kıyısında toplanmış olduğundan, Yahudilik bölgesinin böyle bir özelliği söz konusu değil. 

Bu bilgiler ışığında biliyoruz ki Arap Şükrü Sokağı’nın serüveni Cumhuriyet döneminde başlamıştır. Hikayenin sahibi; Arap Şükrü namı ile anılan Bursa'nın "Nevizadesi" Şükrü Değişmez’dir. Selanik’ten mübadele ile 1924’de Bursa’ya gelmiş ve 1930'da Sakarya Caddesi’nde bulunan diğer meyhanelerin yanına bir balık lokantasını açmış. 1960'da öldükten sonra bayrağı çocukları Yılmaz, Doğan, Çetin, Ergun ve Ahmet Değişmez devralmıştır. Meyhaneleri günümüzde de Arap  Şükrü Sokağı’nın hemen girişinde yan yana... Bu sokak Bursa’ya gezmeğe gelenler ya da Bursalılar için alternatif bir eğlence merkezi olarak ilgi görmektedir. Daha çok liman kentlerinde ve deniz ürünleri eşliğinde gelişen  meyhanecilik,  liman kenti olmamasına karşın Bursa’da da geleneksel özellikleri çerçevesinde bu dar sokakta yaşatılmaktadır.

            İçki içip, gönlünce eğlenmenin neresi kültür demeyin. Her şeyin olduğu gibi meyhanede eğlenmenin de bir adabı vardır. Bu adabın Bursa’daki ismi Arap Şükrü. Sağlığında, “Şükrü Amca burada” deyince nefesler tutulurmuş, öylesine çekinirlermiş. Öylesine saydırmış kendini. Osmanlı döneminden beri Yahudilik olarak bilinmesine karşın halk arasında yaygın olan Arap Şükrü isminin bu sokağa adının verilmesi belediye kararı değil. Zaten öyle olsa belki bu kadar bilinmeyecekti. Çünkü sokağın resmi adını sorsanız, on kişiden biri bilmez. Ama Arap Şükrü dediniz mi bilmeyen yoktur. Orijinal mimarisi ile muhafaza edilen sokak, kent dokusu içinde farklı, otantik bir görünüme sahip.

            Günümüzde neredeyse eğlence ile özdeşleşen tatil kavramı içinde Arap Şükrü, Bursa’da mutlaka görülmesi gereken bir yer olarak değerlendirilir. 

Gerçekleri bir yana bırakıp  rivayetlerin peşine düşersek, Arap Şükrü için, bakınız diller ne anlatır. Bursa’ya Kortiso Redono’dan gelen Arap Şükrü, Yahudilik denilen semtte bir meyhaneci iken yaptığı işin ağababası olarak kendini kabul ettirmiş. Sevdirmiş, saydırmış ve şimdiki meyhanelerin bulunduğu Sakarya Caddesi bu isimle anılır olmuş. Halk arasında böyle bilinir ama hikayenin gerçeği Arap Şükrü namıyla bilinen Şükrü Değişmez’in Musevi değil, 1893 Vodina doğumlu, yani Yunanistan mubadili bir göçmen olduğu. Bursa’ya geldiklerinde zaten o sokakta var olan birçok meyhanenin yanında bir dükkan kiralayarak o da meyhaneciliğe başlar. “Arap” lakabı ise esmerliğinden ve dedesinin Yemen çöllerinde kalmasından dolayı. Hikayelendirme merakımız ve kulaktan kulağa aktarma bilgilere  itibarımız o kadar yüksek ki;
- Kim bu Arap Şükrü? diyen herkese gerçekle rivayetin karışımı daha birçok yeni öykü anlatacak kıvamdayız. Ancak burada Arap Şükrü’nün işini yapmaktaki maharetini ve şöhretini teslim etmek zorundayız. Çünkü meyhanesi diğer meyhanelerden farklı bir hizmet vermiş olsa gerek ki ihtimal başlarda, Arap Şükrü’nün bulunduğu sokak ya da Arap Şükrü’nün sokağı diye tariflere konu olurken, sonunda Arap Şükrü Sokağı olarak halkın belleğine yerleşip kalmış. İsimleri anılmasa da sokaktaki bütün meyhaneler Yahudi vakfının kiracısı. Musevi kökenli tek meyhaneci olan “Vitali’yi de hatırlayan yok. Dar bir sokakta yan yana dizili meyhanelerden oluşan sokak, çiçekçisi, çaycısı, boyacısı ve hatta berberi ile bugün bir esnaf bütünlüğünü temsil ediyor. Rakı sofralarına eşlik eden seyyar fasıl ekipleri masadan masaya dolaşarak dertli masalara neşe dağıtıyor. Yazın ise salonlar dar gelip sokaklara yayılıyor neşe. Taze leziz balıkları, fasıl heyeti ve bol sohbeti ile özlenen, insanlarda müdavimlik yaratan mekânlar bu meyhaneler. Yerli-yabancı, fakir-zengin, cahil-okumuş herkesin birkaç saat geçirmekten keyif aldığı sokak 1991 yılında Osmangazi Belediye’sinin öncülüğünde restore edildikten sonra sivil korumacılığın örnek çalışmalarından biri olarak da ilgi görmektedir.


     

HERKEZE MERHABA

Bursa ilk Osmanlı başkenti olmuş şehir.Burada doğup büyüdüğüm için kendimi çok şanslı hissediyorum.Geçenlerde netten okuduğum bir yazı vardı Bursayı , daha doğrusu Bursalı olmadan anlayamayacağımız şeylerden bahsediyordu. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum.Bundan sonrada Bursada açılan mekanlardan , yapılan kültürel etkinliklerden sizleri haberdar etmek için blogumu size takdim ediyorum :)

Altıparmak ve Heykeli özlemek,
Uludağ’da kayak yapıp inkaya’da meyve salatası, Mudanya’da balık yemeye gitmek,
Zafer plaza’nın tikilerine, Adliye arkasının özenti ama eğlenceli gençliğine, Hamamlarına, Aralıkta güneş açan haziranda kar yağan değişken havasına, bir o kadar değişken insanına, Otobüs çilesine, Meridyenine, İskender kebabına aşık olmak, Bayram namazlarını UluCami’de kılmaktır,
                                                      
 Teleferiğe binmektir, Bursa’yı sevmektir Bursa’lı olmak.Sadece Bursa’da doğmak değildir, Bursa’ya öyle yada böyle bir şekilde yolu düşenlerinde hissettiği duygudur. Garip bir çekim büyüsü vardır Bursa’nın, gelen bir daha kopamaz bu şehirden. Çok göç alan şehirlerden olsa da, Bursa’ya yerleşenler kendilerini Bursalı hissederler.


Denize, dağa, kara, yeşilliğe, kestane şekerine, şeftaliye, Kozahana, Pirinçhana ve bunun gibi birçok güzelliğe sahip olmak. Çanakkale Savaşı’nda en çok şehit vermiş memleketin evlatları olmaktır. Bu yönüyle her ne kadar dalga geçilse de “Bursalı olmak” bu ülkedeki diğer herhangi bir memlekette olmayan çok daha gurur verici bir hadisedir.
İskender döneri doyasıya yiyebilmek, Uludağ’da keyif çıkarabilme ayrıcalığına sahip olmak, tarihle iç içe olmaktır. Yepyeni değil, yepisyeni demektir. Misket, bilye değil, cilli demektir. Çay koymak değil, çay dökmek demektir. Kışları Uludağ’a, yazları Mudanya veya Kumla’ya gitmektir. Sabahları her yeri siyah mat girintili çıkıntılı bir kaplama ile kaplanmış araçları görmektir. Gemlik’e doğru denizi görmektir. Sokaklarda, caddelerde buz gibi suları olan çeşmelerden su içmektir, Heykel’e çıkmaktır.
“Heykel’deki heykelin hangi ayağı havada” diye sormaktır.

Akmerkez dendiğinde Asmerkez’in çağrışmasıdır. Bukart sahibi olmaktır.
Tekstil ve Otomotiv cennetinde yaşamaktır. Özdilek’te su böreği yemektir. Kültürpark’a gitmektir. Başka şehirlere giderken kestane şekeri götürmektir. Kozahan, Pirinç han, Yeşil, Hünkar, Tophane’de çay içmektir.
Trafik sıkışmaya başladığında Bursa’ya yaklaştığını anlamaktır. Sütaş’ın günlük sütlerinden içmektir. Gerçek iskender kebap yemektir. Hayatında en az bir kez Bursa’nın ufak tefek taşları eşliğinde folklör oynamış olmaktır. Kaliteli bıçakların nerede bulunduğu bilmektir. Bur-sa-lı-sın diyenleri umursamamaktır.
Çok modern, büyük, gelişmiş olmasa da Bursa’nın büyülü bir şehir olduğunu bilip vazgeçememektir. Teleferikten korkmamaktır. Teksas deyince amerika’yı değil, Bursaspor’u hatırlamaktır. Bursalı olmakla gurur duymaktır.
Bursalı olmak kışın 20 km gidip kayak yapmaktır sonra inip denize girmektir, deniz soğuk mu geldi? O zaman dön Ankara tarafına İnegöl’de Oylat’ı sor. Şöyle gerine gerine bir hamam sefası çek kendine. Hala rahatlayamadın mı? bir de masaj isteyiver ordan. Dönüş yolunda istersen inegöl den çıkma, köfte ye, istersen de Bursa’da iskender.




16 plakayı gördüğünde gözlerin yaşarıyorsa, Her şehirde bursalıyım dediğinde yağlama yapılıyorsa, Atatürk stadında sadece Bursaspor’a tezahürat yapıyorsan, Hiçbir yerde hiçbir şeyden korkmuyorsan, Altındaki Şahin’i Ferrari sanıyorsan, Ya Kanında var! YadA BURSALISIN…